Saçma sapan gülmeye, Uçan bir balona sevinmeye, Umarsız sevişmeye, Su birikintilerine basmaya, Şarkılarda bağırmaya, Arkadaşlara sarılmaya, İstediğimde ağlamaya, Kızımı sımsıkı kucaklamaya, Annemi daha sık çağırmaya, Kardeşime şımarmaya, Eskiyenleri atmaya, Yine erken kalkmaya, Kendime iyi bakmaya, Kocaman kardan adam yapmaya, Kuşlara ekmek atmaya, Mum yakıp meleklere bakmaya, Oyunda çocuk kalmaya, Şarapla sarhoş olmaya, Dedikoduyu çöpe atmaya, Yeniden ben olmaya, Geliyorum.
Pazarları oldum olası hiç sevmem. Çocukken pijamayla başlayan sabah, hele de kışsa, gri gökyüzünden yansıyan miskin havanın iyice kararmasıyla yerini bir telaşa bırakır, hadi bakalım banyo yapın, ödevler tamam mı gibi bir sürü direktif ve soruyla dolardı.
Şimdi de pek farklı değil aslında... Yine gri gökyüzü altında yaşanan pazar günlerinde, farklı olarak soruları ben sorup direktifleri ben veriyorum, hepsi bu. Yani yaşananlar aynı, kahramanları farklı...
Neyse efendim, bu pazar, o griliği biraz keyiflendireyim dedim ve pek can* arkadaşlarımın cuma gecesi tavsiye ettiği üzere, oturdum ve "Cebimdeki Yabancı"filmini izlemeye koyuldum. Tipik Ferzan Özpetek filmlerinde olduğu üzere (ki Serra Yolmaz da ilk yönetmenliğini yapmış bu filmle) yemekle ve arkadaşlıkla, ilişkilerle iç içe geçmiş, nefis bir filmdi. Sonunda da bonus bir Sezen şarkısı var ki, zaten sevmiştim, filmden sonra bir kez daha bağrıma basıp hemen listeme ekledim. Blog sonuna meraklıları için ekledim, dinleyebilirsiniz.
Peki, film şaşırttı mı? Evet! Güldürdü mü? Evet! Ağlattı mı? Hem de nasıl! Sadece duygulara dokunan değil, aynı zamanda düşündürüp sorgulatan bir film olmuş. Aşk, sevgi, sadakat-ihanet-güven, çocuk kavramı, önyargı üzerine, isteyen herkes film boyunca bol bol düşünebilir bence...
Filmin sonu ise aklıma hemen başka bir filmi getirdi ki o da unutulmazlar arasındadır benim için; "Sliding Doors". Farklı açılardan bakılmış olsa da, her iki filmde de gerçeği bilmek/öğrenmek ve bilmeden/bilemeden ya da söylemeden yaşamak etrafında dönüyor hayatlar. İş böyle olunca da hangisi daha iyi üzerine düşündüm bir süre. Yani gerçeği bilip acısa da öldürmez diye diretmek mi, yoksa bilmeden ya da görmezden gelerek konfor alanlarımız içinde yaşamı sürdürmek mi?
Başka sorular da geldi tabi hemen ardından. Kim ne kadar dürüst? Kim gerçekten içini bize açıp gösteriyor? En yakın dediklerimizin bile karanlığı ne kadar derin sanırım hiç bilemeyeceğiz... Bilmek ister miyiz? İşimize gelir mi? Bitti mi sorular? Tabi ki hayır! En önemlisi sona kaldı yine! Kendimize ne kadar yakınız, ne kadar yabancı? Yabancı nerede karşımızda mı yoksa tam içimizde mi?
¨Neden?¨ diye sormayı geride bırakıp cevaplarımı bulup değerlendirmeye başladığım günlerdeyim. Bir drone'un havaya yükselişi gibi yaşamımın tepesinden bakıyorum ve gördüğüm sahneler bir film değil, bizzat kendi hayatım. Felsefe yapmadan, illüzyonsuz, oyunsuz, çırılçıplak ve sakince karşımda duran sahneler benim hayatıma ait. Karanlıkta ışık arar gibi, bu kez kendimi arıyorum. Tünelin sonu bana çıkacak, ondan eminim, çünkü ben'i gördüm orada, ben'i bekliyor. Varlığımı sadece kendime borçlu ve ait hissetmek için yürüyorum. Yürüdükçe kabul etmek ve affetmek ne demek adım adım sindiriyorum. Var oluşum doğumumla başladıysa da, arada durup var oluşumu başkalarına adadığımı seyrettiğim her karede kendimden özür diliyorum. Çünkü görüyorum ki adanmak hem kendime hem kendimi adadığım insanlara kaybettirmiş. Şimdi, kendimi kucaklayıp saçlarını okşuyor, gözlerinden öpüp ¨Seni çok seviyorum!¨diyorum kendime. Bana inanmıyor bazen, sorguluyor sevgimi ama biliyorum ki görecek, bilecek, emin olacak sevgimden aidiyetimden. Annemin bir lafı vardır, ben ne zaman üzülsem söylediği... Hep der ki; ¨Hadi doğurayım bir tane daha senden, olur mu? Olmaz!¨ Yani der ki; ¨Başka sen yok!¨ Ama anne sana hayırlı haberlerim var! Gözün aydın, kendimi doğuruyorum! Nurtopu gibi bir ben olacak, sancısından belli...
Gülmekle ağlamak arasında duran bir virgül gibi kıvrık, arada durur gamze. Yüzün kenarına yerleşmiş, biraz haylaz, biraz baştan çıkarıcı, bakanı içine çeken ve hapseden, başdöndüren bir çukur... Dudaklar biraz kıvrılsa, hafifçe tebessüm etse, kıskançlıkla ortaya çıkıp hepsini gölgede bırakır, bütün ilgiyi üstüne çekmek için yavaşça yayılır yüze. Zordur gamzenin karşısında oturmak, sahibini dinlemeye çalışmak. Varlığını unutup gözünü ayırdığın anda, döne döne, öyle derin, öyle güzel ortaya çıkar ki bin pişman eder insanı unuttuğuna. Her ortaya çıkışında daha derin, daha çekici olup herşeyi bırakıp içine, derinlerine dalıp kaybolma isteği yaratır. Dönerek ve hızla içine düştüğün anda, kapıları kapatıp kurbanı bilincini yitirip yolunu kaybedinceye kadar da hiç durmaz. Karşı koyamayıp dokunma isteğiyle elini uzatırsan, bir gonca gibi kadifemsi ve narindir parmak uçlarında toplanan. Ateşe dokunmakla birdir gamzeye el uzatmak; değinceye kadar sıcağı cezbeder, daha da yaklaştırır kendine ve dokunduğun an yakar, canını acıtır; yine de elini çekemezsin... Orada; acı ve sarhoşlukla mahkumiyetin başlamıştır. Ve sen de hiç özgür kalmayı dilemezsin...
Sözde (!) "Sevgililer Günü"ne saatler kala ister istemez (ki ne kadar ticari bir gün olarak görsem de) günü düşünüyor buldum kendimi. Daha doğrusu "AŞK"ı. Nasıl gelir aşk tüm şiddetiyle birden ve nasıl karşı konulmaz olur. Uyuşturucu gibi ama sonu baştadır. Yani altın vuruş ilk anda gelir ve dozaj gittikçe düşer. Önce baş dönmeleri ve kalp çarpıntıları arasında bulutların üzerinde yürür "AŞK". Sen kainatın merkezindesindir ve haliyle çekim alanın çok güçlüdür, hızla sana yaklaşır "AŞK". Etrafında döner, başını döndürür... "En"lerin kahramanıdır "AŞK" artık. O'nun için "EN" akıllı, "EN" güzel, "EN" tatlı, "EN" önemli, "EN" çekici, "EN" herşeysindir. Saatler sayılır, hatta dakikalar gerçekten ilerlemiyor gibidir görmeye yakın birbirini. Mumlar yeterlidir sohbetlere eşlik eden, çünkü senin ışığındır aydınlatan aslında her yeri. İlk çalışta açılır telefonlar ve mesajlar aynı anda aynı şeyleri söyler karşılıklı...Kaç gün olmuştur "AŞK" yüzünü görmeyeli! Tam tamına 1,5 gün! Çok özlemiştir "AŞK" seni, sen de "AŞK"ı...
Derken, masal bu ya, yavaş yavaş hayat hatırlatmaya başlar kendini "AŞK"a. Aslında düşündüğü kadar akıllı değilsindir belki de? Öyle ya kaç kere anlatmıştır sana bilmem neyin nasıl olacağını da sen bir türlü anlayamamışsındır. Ya da başlarda "tatlı" gelen huyların, huysuzlukların önce çekilmez, sonra da umursanmaz olmaya başlar. Soru sorarsın, çok gelir. Paylaşmak, konuşmak istersin araya iş, arkadaşlar ve hatta diziler girer. Dile getirirsin, "AŞK" a sinir gelir, asabiyet gelir, sessizlik gelir... Görmek istersin "AŞK"ı araya gündelik işler girer ve istersen (!) sen de yanına gidebilirsin.Sen, "AŞK" a içinden "Hani..."li cümleler kurarken kalbin sana fısıldar; "Ben zaten demiştim."
"Ben zaten demiştim... "dersin "AŞK"tan itiraz gelir. Hiddetlenir.Seni anlamasını beklemek bencilliktir. Arka arkaya sıralar senin için yaptıklarını, sözlerini, söylediklerini, hissettiklerini. Daha geçenlerde şöyle şöyle yapmamış mıdır sırf senin için? Daha yeni söylemiştir ya seni ne kadar sevdiğini ve hayır asla alışkanlık olmamıştır "AŞK"ta...Sadece hayat devam ediyordur aslında. "AŞK" gerçeğe dönmüş, yere basmış, aklı selim bir sevgiye dönmüş, yorgunluktan derin bir uykuya dalmıştır. Sense, tekli koltukta oturmuş, siyah ekranın boşluğunu dolduran gözlerinle, izmarit yığılı bir küllükle bölünmüş uykuların ağır havasını solursun ve kalbin fısıldar yeniden "Ben zaten demiştim."
Üstüne Alınma...
Yurtdışında pek çok yerde DIY olarak geçen ama bizde pek yeri olmayan Do It Yourself, çevirince bu adı alıyor; Kendi Kendine Yap (KKY). Ben de pek merak saldım bu aralar KKY işlere. Aradıkça da pek güzel, pek hoş şeylerle karşılaşıyorum. Bir taraftan da "Noluyor yaşlanıyorum heralde, Böyle elişine falan merak salmak pek hayra alamet değil gibi" diye düşünmeden de edemiyorum:) Bir zaman sonra kalkıp Ören Bayan 22 no'lu gül kurusu (atıyorum tabi) iplikle ilgili blog yazar mıyım bilemem ama şimdilik yeni yıla özel KKY kapı süsleri ile karşınızdayım:)
Yılbaşı Süslerinden
Eski ve kullanılmayan süsleriniz varsa değerlendirmek için harika bir fırsat. Kalın mukavvadan keseceğiniz ortası delik bir dairenin etrafına sıcak silikonla yapıştıracağınız rengarenk süslerle harika bir görüntü!
ŞişeMantarlarından
Kalın misinayı mantarlara geçirerek kolayca yapabileceğiniz bu süs hem içeri hem de dışarı asılabilir.
Kravattan
Dolapta asılı duran modası geçmiş kravatlarınız mı var? Yine kalın mukavvadan keseceğiniz dairenin etrafına kravatları tek tek sarıp görünmeyecek şekilde iğneleyin. İşte hazır!
Yün Yumaklarından
Doğru renkleri biraraya getirip birbirine yapştıracağınız yumaklar sıcacık bir kapı süsü olabilir:)
BilimumYiyecekten
Seneye kalmasın, ben bu süsü bu sene asayım sonra da yiyeyim diyenler için bir sürü alternatif var. Bozulmayacak ve kötü kokmayacak yiyecekler olsun yeter. Kahve çekirdeklerinden, kabuklu fındık, cevize hatta keçiboynuzuna kadar birçok alternatif var.
Yeni yıl belki de çocukluğuma dönüp heyecanla o ruha döndüğüm tek zaman... Her yeni yıl geldiğinde bir süsleme, bir alışveriş halidir sarıyor beni. Bu yıl kendi kendime yapsam ne yaparım diye araştırdım ve bak neler buldum:)
KAR KÜRESİ
Malzemeler;
Kapaklı kavanoz
Kavanoza sığacak büyüklükte oyuncak, biblo, süs ya da takı
Tek yapmanız gereken yolda yürürken biraz dikkat edip kozalak toplamak:) Biraz sim, biraz akrilik boya, kartondan kesilmiş yıldızlar, boncuklar ve taşlarla süsleyerek bir mumluğa oturtacağınız bu süslerle şık sofralar... ( Kaynak )
Kalın kağıttan keseceğiniz dev kar tanelerini masanıza amerikan servisi yapabilirsiniz. İster beyaz, ister kırmızı, yeşil ya da rengarenk... Kar tanelerini kesmek mi? Hazır kalıplar burada. (Kaynak )
Renkli kartonlardan keseceğiniz yıldızları incilerle, sim veya boncukla süsleyip çöp şiş çubuklarına takabilir ya da kuru dallara yapıştırabilirsiniz. ( Kaynak )
Katlama sanatı kağıttan mı olur sadece? Kumaş peçeteleri katlayıp bir çam ağacı yapabilir, sicimin üzerine geçirdiğiniz boncukları etrafına dolayıp sofralara renk katabilirsiniz. Nasıl katlanacağıysa burda; (Kaynak )