9 Haziran 2012 Cumartesi

GAMZE


Gülmekle ağlamak arasında duran bir virgül gibi kıvrık, arada durur gamze. Yüzün kenarına yerleşmiş, biraz haylaz, biraz baştan çıkarıcı, bakanı içine çeken ve hapseden, başdöndüren bir çukur... Dudaklar biraz kıvrılsa, hafifçe tebessüm etse, kıskançlıkla ortaya çıkıp hepsini gölgede bırakır, bütün ilgiyi üstüne çekmek için yavaşça yayılır yüze.
Zordur gamzenin karşısında oturmak, sahibini dinlemeye çalışmak. Varlığını unutup gözünü ayırdığın anda, döne döne, öyle derin, öyle güzel ortaya çıkar ki bin pişman eder insanı unuttuğuna. Her ortaya çıkışında daha derin, daha çekici olup herşeyi bırakıp içine, derinlerine dalıp kaybolma isteği yaratır. Dönerek ve hızla içine düştüğün anda, kapıları kapatıp kurbanı bilincini yitirip yolunu kaybedinceye kadar da hiç durmaz.
Karşı koyamayıp dokunma isteğiyle elini uzatırsan, bir gonca gibi kadifemsi ve narindir parmak uçlarında toplanan. Ateşe dokunmakla birdir gamzeye el uzatmak; değinceye kadar sıcağı cezbeder, daha da yaklaştırır kendine ve dokunduğun an yakar, canını acıtır; yine de elini çekemezsin... Orada; acı ve sarhoşlukla mahkumiyetin başlamıştır. Ve sen de hiç özgür kalmayı dilemezsin...

13 Şubat 2012 Pazartesi

BEN ZATEN DEMİŞTİM...

Sözde (!) "Sevgililer Günü"ne saatler kala ister istemez (ki ne kadar ticari bir gün olarak görsem de) günü düşünüyor buldum kendimi. Daha doğrusu "AŞK"ı. Nasıl gelir aşk tüm şiddetiyle birden ve nasıl karşı konulmaz olur. Uyuşturucu gibi ama sonu baştadır. Yani altın vuruş ilk anda gelir ve dozaj gittikçe düşer. Önce baş dönmeleri ve kalp çarpıntıları arasında bulutların üzerinde yürür "AŞK". Sen kainatın merkezindesindir ve haliyle çekim alanın çok güçlüdür, hızla sana yaklaşır  "AŞK". Etrafında döner, başını döndürür... "En"lerin kahramanıdır "AŞK" artık. O'nun için "EN" akıllı, "EN" güzel, "EN" tatlı, "EN" önemli, "EN" çekici, "EN" herşeysindir. Saatler sayılır, hatta dakikalar gerçekten ilerlemiyor gibidir görmeye yakın birbirini. Mumlar yeterlidir sohbetlere eşlik eden, çünkü senin ışığındır aydınlatan aslında her yeri. İlk çalışta açılır telefonlar ve mesajlar aynı anda aynı şeyleri söyler karşılıklı...Kaç gün olmuştur "AŞK" yüzünü görmeyeli! Tam tamına 1,5 gün! Çok özlemiştir "AŞK" seni, sen de "AŞK"ı...
Derken, masal bu ya, yavaş yavaş hayat hatırlatmaya başlar kendini "AŞK"a. Aslında düşündüğü kadar akıllı değilsindir belki de? Öyle ya kaç kere anlatmıştır sana bilmem neyin nasıl olacağını da sen bir türlü anlayamamışsındır. Ya da başlarda "tatlı" gelen huyların, huysuzlukların önce çekilmez, sonra da umursanmaz olmaya başlar. Soru sorarsın, çok gelir. Paylaşmak, konuşmak istersin araya iş, arkadaşlar ve hatta diziler girer. Dile getirirsin, "AŞK" a sinir gelir, asabiyet gelir, sessizlik gelir... Görmek istersin "AŞK"ı araya gündelik işler girer ve istersen (!) sen de yanına gidebilirsin.Sen, "AŞK" a içinden "Hani..."li cümleler kurarken kalbin sana  fısıldar; "Ben zaten demiştim."
"Ben zaten demiştim... "dersin "AŞK"tan itiraz gelir. Hiddetlenir.Seni anlamasını beklemek bencilliktir. Arka arkaya sıralar senin için yaptıklarını, sözlerini, söylediklerini, hissettiklerini. Daha geçenlerde şöyle şöyle yapmamış mıdır sırf senin için? Daha yeni söylemiştir ya seni ne kadar sevdiğini ve hayır asla alışkanlık olmamıştır "AŞK"ta...Sadece hayat devam ediyordur aslında. "AŞK" gerçeğe dönmüş, yere basmış, aklı selim bir sevgiye dönmüş, yorgunluktan derin bir uykuya dalmıştır. Sense, tekli koltukta oturmuş, siyah ekranın boşluğunu dolduran gözlerinle, izmarit yığılı bir küllükle bölünmüş uykuların ağır havasını solursun ve kalbin fısıldar yeniden "Ben zaten demiştim."
Üstüne Alınma...