24 Ocak 2011 Pazartesi

TEVFİK

Tevfik, 9 yaşında, akranlarına göre daha uzun, ancak çelimsiz, kara kuru bir çocuktu. Zekâsı bazen hinlik seviyesine ulaşacak kadar sivriydi ve  zaten O da bunun farkındaydı.
Her zaman eğlenmek ve oyun oynamak için can atan Tevfik, okuldan hiç haz etmez, türlü bahanelerle annesini kandırıp okula gitmemek için elinden geleni yapardı. Annesi, Cavidan Hanım, oğlunun bu huyunu bilir ve bazen söyledikleri gerçek mi, yalan mı ayırt etmekte güçlük çeker, ne yapacağını bilemezdi. Eğer çok dikkat eder ve o kısacık anı yakalayabilirse eğer, yalan söylediğinde sağ omzunu bir an, sadece bir an, hafifçe yukarı kaldırdığını bilirdi.
Tevfik için haftanın en güzel günü Cuma'ydı. Çünkü Cuma, iki koca tatil gününü elinde tutar ve hiç geçmeyecek gibi  insanın kalbini heyecan ve sevinçle doldurur; ne iki arada bir derede kalan Cumartesi'ye ne de o mendebur, asık suratlı Pazar'a benzerdi. İşte yine o çok sevdiği Cuma da, "fena sayılmaz" Cumartesi de, "yine de tatildir" dediği Pazar günü de geçmiş, akşam kapıya dayanmıştı. Üstelik yarın, matematikten sınavı vardı ve daha hiç ama hiç çalışmamıştı Tevfik. Kapı çalıp da teyzesi ve kuzenlerinin geldiğini de görünce, bu sınavdan iyice umudunu kesip ne yapmalı, nasıl bir düzen kurup bu sınava girmekten paçayı sıyırmalı diye düşünmeye başladı. Önce, okula gitmemesi gerektiği konusunda kesin karara vardı. Karara vardı varmasına da, nasıl olacaktı bu iş? Polisi arayıp okulda bomba ihbarı yapsa... Yok, yok olmazdı o. Hem, sabaha kadar ihbarın asılsız olduğunu anlarlardı. Tehlikeliydi bu iş, tutmazdı da zaten. Başka ne olurdu ki? "Yarın okul yokmuş, öğretmen hastalanmış. "dese, Cavidan Hanım hemen telefona sarılıp öğretmenini arar, "Ay, geçmiş olsun Naime Hanım!" diye feryat figan eder, çok geçmeden de gerçeği anlardı.
Ancak ve ancak, hasta olursa izin verirdi Cavidan Hanım okula gitmeyip evde kalmasına. Hasta olmalıydı da nasıl? Biraz durdu, iki gerindi, bir sağa, bir sola eğildi, iki ofladı ve sonunda buldu! Evet, nasıl hasta olacağını buldu. Koşarak annesinin yanına gitti.  "Ben kırtasiyeye gidiyorum anne, defterim bitti. "dedi ve daha annesi birşey söylemeye fırsat bulamadan fırladı dışarıya. Sokağa çıkınca buz gibi Ocak ayazını iliklerine kadar hissetti. Tam da istediği buydu işte. Olanca gücüyle ve hızla koşmaya başladı. Koştu, koştu, koştu... Kan ter içinde kalıncaya, sırtından sular süzülünceye, yüzü gözü sırılsıklam oluncaya kadar koştu Tevfik. Sonra, durdu; yavaşça montunu, kazağını çıkardı. Bir tek kuru tişörtle kaldı o Ocak ayazında. Bekledi. Teri soğuyup, sırtı buz kesinceye kadar bekledi. Üşümek ne kelime tam anlamıyla donup sırtındaki tüylerin bile diken diken olduğunu hissetti. Emin olmak, işini garantiye almak için biraz daha bekledi. Sonra tekrar kazağını ve montunu giydi, kırtasiyeden bir defter alıp eve geri geldi. Defteri odanın bir köşesine fırlatıp kuzenleriyle oynamak üzere yanlarına gitti. Dakikalar geçtikçe oyun daha tatsız, oda daha sıcak, kuzenleri daha gürültücü, kafası daha ağır gelmeye başladı. Elinde meyve tabağıyla odadan içeri giren Cavidan Hanım'ın "Ay! Tevfik! Yavrum! N'oldu sana böyle?" nidasıyla anladı Tevfik başardığını. O gece ateşi yükseldi, elleri ayakları bir buz kesti, bir alev alev yandı ve ancak sabaha karşı uyuyabildi Tevfik. Sabah uyanınca, ağrıyan boğazını, hala yüksek olan ateşini çok da umursamadan keyifle gerindi, yataktan kalkıp çıplak ayaklarını sürüye sürüye annesinin yanına gitti. Cavidan Hanım, "Annem, kalktın mı?" diye Tevfik'i kucakladı ve alnından öperek ateşini kontrol etti. Tevfik'i koltuğa yatırdı, üstünü battaniyeyle örtüp  mutfağa, bir şeyler hazırlamaya gitti. Bir yandan da konuşuyordu; "Sen, bu gidişle daha iki üç gün yatarsın. Allah'tan kar yağdı da, tatil oldu. Bari okuldan geri kalmayacaksın." İşte o anda Tevfik koltukta doğruldu ve solundaki pencerenin tülünü kaldırıp dışarı baktı. Dışarıda bembeyaz kar, koca bir kardan adam ve neşeyle oynayan çocuklar vardı.
Tevfik, 9 yaşında, akranlarına göre daha uzun, ancak çelimsiz, kara kuru bir çocuktu. Zekâsı bazen hinlik seviyesine ulaşacak kadar sivriydi ve  zaten O da bunun farkındaydı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder