17 Ocak 2011 Pazartesi

BAAA BAAA BATSİ...

Küçüktüm, ufacıktım,
Top oynadım, acıktım,
Buldum yerde bir erik,
Kaptı bir alageyik.
Geyik kaçtı ormana,
Bindim bir akdoğana,
Doğan yolu şaşırdı,
Kaf dağından aşırdı...

Çocukluğumda ezberlediğim şiirlerden en sevdiğim buydu. Ne güzeldi hoptiri hoptiri zıplayarak gezip kuzenime zorla bu şiiri dinletmek ve tabi sonra da O'nu mecburen dinlemek. Odada öyle saçma sapan şiir okurken annemin " Sofrayaaaaaaaaa!" sesiyle acıktığımı fark edip masaya koşunca, annem sorardı hemen "Elini yıkadın mı?" Offff! Tabi ki hayır! Bir koşu yıkar gelirdim gelmesine de sinir olurdum hem el yıkamaya hem de çok açılan musluktan ıslanan kollarıma. Koca bir çanak dolusu yemyeşil, çıtır çıtır kıvırcık salatayı zeytinyağı ve limonla parlatırdı annem. En az üç çeşit olurdu yemek ve mutlaka annem ne koyduysa bitirmek gerekirdi. Salatadan da yemek şarttı. Salata servis edilmez,ortadan yenirdi. Elinde çatalı, herkes "Tak! Tuk!" vura vura toplardı dolu dolu salatayı da, bir ben kalırdım tek salata tanesi çatalında sallanan.  Yemek biter, sofra kalkar, annem sarı tasa kaynar suyu koyar ve bulaşık faslına başlamadan hemen önce beni çağırır, elimi ağzımı bol sabunlu bezle bastıra bastıra silerdi. Elinden zar zor kaçar, odamın güvenli sularına sığınırdım. En çok lastik oynamayı sever, her fırsatta iki sandalyenin ayağına lastiği geçirir, başlardım hoplamaya; "İS-TAN-BUL-LU-LAR". Eğer apartmandaki komşu çocuklarından birileri bizdeyse ya da kuzenim, işte o zaman bayıla bayıla başlardık "el çarpmaca" oynamaya. Duyabileceğin en saçma sözlerden oluşan tekerlemeleri söylerken kendimizden geçer, ellerimizi daha da, daha da hızlandırırdık;

Tom and Jerry
Dispanseri
Üç kere A A A
Üç kere B B B
Üç kere A
Üç kere B
Alfabe

Baaa baaa batsi
Batsi batsi baaa
Daaa daaa datsi
Datsi Datsi daaa

Dolapta ayran
Necdet Bayram
Dalda erik
Fatma Girik
Bir bardak su
Sezen Aksu
Arabayı süren
Zeki Müren...

Sonra kahkahalarla yatağa yıkılır ve gülmekten gözlerimiz yaşarır, karnımız ağrırdı. Sonra, kalkıp yatakta ter ter tepinir, zıplaya zıplaya hali kalmamış zavallı yayları daha gacırtılı, daha yamuk hale getirirdik. Annem gelip de, "Sizi gidi sıpalar! Çabuk öğlen uykusuna!" deyinceye kadar kan ter içinde zıplamaya devam ederdik. Aslında, hiç uykumuz olmazdı ama mecburen yatılırdı her öğlen. "Uykun yoksa uyuma, yat, dinlen." derdi annem. Her seferinde de uykum olmadığını düşünürken uyuyakalırdım.

Küçük ve heyecanlı bedenim uykunun derinliklerinden, burnuma gelen kızarmış ekmek kokusuna uyanırdı. Artık akşamüstü olmuş demekti bu. Annem çayı demler, ekmeği sobada kızartıp sıcak sıcak tereyağını sürerdi. Yanında zeytin, mutlaka peynir, bal, anne yapımı reçellerden birkaç çeşitle yeni bir ziyafet başlar, eğer izin varsa "paşa çayı" ile daha da taçlanırdı ikindi kahvaltım. Bir kenarda radyo tıngırdar, eğer annemin sevdiği şarkılardan biri çıkarsa ses açılır ve hangisinin daha güzel söylediğine karar veremediğim iki ses birbirine karışır, evimize bazen hüzün, bazen de sevinç doldururdu. Şarkılar anneme ne anlatırdı bilmem ama, bana, hayranlıkla izlediğim bu kadını ne kadar sevdiğimi hatırlatırdı, hala da hatırlatır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder